En sık görülen 15 kanser tipinin 7'sinde ölüm oranı son 5-10 yıl içinde azaldı. Bu kanserler arasında kalın bağırsak, beyin, mide, böbrek, hodgkin dışı lenfoma, lösemi ve miyelom yer alıyor.
Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan, 11-14 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da yapılan ‘3. Uluslararası Lenfoma-Lösemi-Miyelom (LLM) Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye'de hala lenfoma, lösemi ve KML hastalıklarının kesin sayısına ait bir veri bulunmadığını söyledi.
Lenfoma, lösemi ve miyelomun kan kanserlerinin değişik tipleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Özcan, "ABD'de 65 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, 4 yıl ve haftada 4 günden fazla parasetamol içeren ağrı kesici kullanımlarında kan kanseri görülme riskinin daha fazla olduğu tespit edildi. Fakat bu ilaçlar doğru şekilde ve doktor kontrolünde kullanıldığında bu risk olmaz. Her şeyde olduğu gibi, ilaçlarında azı karar çoğu zarar" dedi.
THD Genel Sekreteri Prof. Dr. Mutlu Arat da ABD’deki Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) tarafından 2011 yılında 1975-2008 yılları arasındaki istatiksel kanser veri ve gelecek yıllara ait tahminlerini yayımlandığını belirterek şöyle konuştu:
“Açıklanan rapora göre 2010 yılında 43.050 insanın lösemi tanısı alacağı ve 21.840 insanın da lösemiden öleceği tahmin edilmektedir. Verileri daha detaylı incelemek gerekirse 2004-2008 yılları arasında lösemi teşhis yaşı 66 olarak bulunmuştur. 2003-2007 yılları arasında lösemiden ölüm yaşı ortalama 74 olarak bulunmuştur. Ölümlerin, yüzde 3’ü 20 yaşın altında, yüzde 3.1’i 20-34 yaşları arasında, yüzde 3.3’ü 35-44 yaşları arasında, yüzde 6.4’ü 45-54 yaşları arasında, yüzde 12.6’sı 55-64 yaşları arasında, yüzde 21.6’sı 65-74 yaşları arasında, yüzde 31.6’sı 75-84 yaşları arasında, yüzde 18.4’ü ise 85 yaş üzeridir.”
Prof. Dr. Arat bu rapora göre, 2003-2007 yılları arasında kadınlar arasında lösemi ve cilt kanseri görülme sıklığının karaciğer, tiroid ve pankreas kanseri gibi arttığını belirtti. En sık görülen 15 kanser tipinin yedisinde-Kolon ve rektum, beyin, mide ve böbrek kanserleri, hodgkin dışı lenfoma, lösemi ve miyelom- ölüm oranı, kadın ve erkeklerde son 5-10 yıllık dönemde azaldığını ifade eden Prof. Dr. Arat şöyle devam etti: “2005-2007 oranlarına dayanarak bugün doğan insanların yüzde 1,3’nün hayatlarının herhangi bir döneminde lösemi teşhisi konabilir. 1 Ocak 2008’de ABD’de yaklaşık 253.350 lösemi hastasının hayatta olduğu bildirilmiştir.”
Toplantıda radyasyonun kan kanserleri üzerindeki etkileri de değerlendirildi. Prof. Dr. Muhit Özcan, vücudun kısa sürede yüksek dozda radyasyona maruz kalması sonucu akut radyasyon sendromu geliştiğine dikkat çekti ve şöyle konuştu: "Kök hücre hasarına bağlı gelişen semptomlar kök hücreler kritik düzeye ulaşıncaya kadar devam eder. Japonya'da trajedinin boyutu henüz belli değil, ama algılanılandan daha sert bir tablo bekliyoruz. Daha önce Çernobil'den etkilenen 29 kişiye kemik iliği nakli yapılmıştı ama hastalar kurtarılamadı. Bu konuda da yeterli veri bulunmuyor elimizde. Trajedinin boyutu henüz belli değil. Radyasyonun ikinci önemli etkisi ise geç etkilerdir. Hiroşima'nın etkilerini hala görüyoruz. Japonya'daki kazanın da etkileri yüzlerce yıl sürecek. İyotlu tuzun ise yalnızca tiroit kanserlerine karşı koruyucu etkisi var. Diğer kanserler için etkili değil."
Türk Hematoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Teoman Soysal ise radyasyon kazasına maruz kalan kişilerin radyasyondan çok fazla etkilendiği için bazen kemik iliği nakline bile uygun olamadığına vurgu yaptı. Japonya'da santrale müdahale eden 50 itfaiyecinin kanlarının önceden dondurulduğuna işaret eden Prof. Dr. Soysal, "Gerektiğinde kendi kanlarıyla hastalara kök hücre nakli yapılabilecek" dedi.
Arkansas Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bart Barlogie ise kronik miyeloid lösemiyle ilgili gelişmeler hakkında bilgi verdi. Barlogie artık hastalığın tüm genom analizinin yapılarak tedavisinin yapılmaya çalışıldığını söyledi. KML grubundaki hastalar içinde düşük riskli bir grup olduğunu, bu grupta yüzde 85 oranında şifa sağlandığını söyleyen Barlogie, "Bu da hastaların 10 senenin üzerinde sağ kalması anlamına geliyor. Tabii bir de yüksek riskli hastalar var. Bunlar da yüzde 15'lik grubu oluşturuyor. Ortalama şartlarda yaşama şansları 1-2 yıl arasında değişiyor. Ancak hastaya yapılan testlerde P53 geninin aktif olmasının, 1 numaralı kromozomun aktivitesinin artmasının hastalığın kötü seyrinin habercisi olduğunu biliyoruz" diye konuştu.
0 yorum:
Yorum Gönder